Savaşkan İlmak

Savaşkan İlmak


MEMNUNİYETİN DE MEMNUNİYETSİZLİĞİN DE TUTARLILIĞI ÖNEMLİ!

07 Aralık 2017 - 00:15 - Güncelleme: 28 Nisan 2020 - 09:29

‘Memnuniyetsizlik, bir hastalık gibi birimizden diğerimize bulaşıyor’.
Geçtiğimiz günlerde bir köşe yazısında rastladım bu ifadeye; metinde yer alan alıntılanmış cümlelerden biriydi. Saptama doğru, karamsarlık tıpkı bir virüs gibi içgüdüsel olarak, olanca hızıyla çoğalma ve yayılma eğiliminde.
(Bakınız: Kendi yaşamlarımız)…

Fakat naklettiğim bu sosyal gerçeği biliyor ve onaylıyor olmam, okuduğum yazının mesajına bütünüyle katıldığım anlamına gelmiyor; çünkü ben, yazısıyla ilgilendiğim o yazarın aksine ‘dünyayı, daima onun mevcut durumundan memnun olmayanların’ değiştirdiğini düşünüyorum.
Bkz: Peygamberler…
Bkz: Bilim insanları ve sanatçılar…
Bkz: Büyük ve evrensel liderler…
Bkz: Siyasal partiler, sivil toplum örgütleri vs vs…

Tam da bu noktada belki azıcık ‘düz mantık’ yürütebiliriz. ‘Mesela’ diyelim:

Mesela Edison -veya ondan sonra yaşayan herhangi bir bilim insanı- ‘karanlığa karşı memnuniyetsiz’ ve dolayısıyla bir çeşit karşı çıkış içinde olmasaydı ampül diye bir şey olmazdı!

Mesela Hazreti Nuh, ‘kendi kavminin sapkınlıklarına karşı memnuniyetsiz’ ve dolayısıyla bir çeşit karşı çıkış içinde olmasaydı bugün insan soyu diye bir şey olmazdı!

Mesela Fatih, ‘batıya ve görkemli bir imparatorluğa uzayan o yolu kesen Konstantiniyye karakoluna karşı memnuniyetsiz’ ve dolayısıyla bir çeşit karşı çıkış içinde olmasaydı bugün muhtemelen övünebileceğimiz kadar muhteşem bir Osmanlı hatırası olmazdı!

Mesela Mustafa Kemal, ‘Çanakkale’nin intikamı için yurdu dört bir yandan kuşatan dahili ve harici düşmanlara karşı memnuniyetsizlik’ ve dolayısıyla doğrudan bir karşı çıkış, bir isyan içinde olmasaydı bugün büyük olasılıkla Anadolu’da bağımsız bir Türk devleti olmayacaktı!

Ve mesela 1946’dan bugüne, Türk siyasal yaşamına etkimiş 19 genel seçimin her birinde halk, her şeyden yüzde yüz memnun olsaydı; hiç kimse, hiçbir şeye karşı memnuniyetsizlik göstermeseydi ve oturmuş düzenin önüne dikilip bir çeşit başkaldırı, bir çeşit karşı duruş sergilemeseydi…
O zaman ülkeyi muhtemelen hâlâ 1946’da iktidarda bulunanların siyasî vârisleri, veliahtları yönetiyor olurdu.

Peki siz, Google’a başvurmadan 1946’nın iktidar partisini anımsayabilir misiniz?
Zor soru, değil mi?

Neyse, dediğim gibi:
Azıcık düz mantık…
Genellikle Google’dan daha fazla işe yarar!
***
Şimdi gelelim en başta atıfta bulunduğum o köşe yazısında geçen ve ‘benim de katıldığım’ fikre:
Karamsarlığın, bedbinliğin, kötümserliğin, moral bozukluğunun; her neyse işte o berbat şeyin, bütün olumsuz duyguların virüs gibi hızla çoğalma ve yayılma eğilimde olduğu muhakkak.
Ben de buna yürekten inanıyorum.
Bunu hemen hemen her gün dışarıdan izlediğim veya parçası olduğum enstantenelerde apaçık gözlemliyorum.
Her gün ve defalarca…
Sürekli olanak(sızlık)lardan yakınanlar…
Halbuki eldeki olanakların çapını hiç ölçmemiş olanlar…
Özeleştiriden kaçınanlar…
Durup bir kerecik olsun aynaya bakmamış olanlar…
Bir kerecik olsun elini taşın altına koymamış olanlar…
Aslında hiçbir şey üretmeyenler…
Sadece eleştirenler…
Sadece suçlayanlar…
Ya da hep yılgın gözükenler…
Hep yorgun gözükenler…
‘Eyvah’çılar…
‘Ama’ cılar…
‘Fakat’çılar…
Hayatlarının beş dakikasında bile ‘önerdiği kişi’ olamamış kimseler…

İyi ki bunların tam tersi örneklerden de çokça var etrafımda. Bunları da her gün, defalarca gözlemliyorum:
Önerdiği kişi olanlar;
Her şeye karşın hayata ve umuda tutunanlar…
Hep yeni bir şeyin peşinde olanlar…
Hep bir iyiliğin peşinde olanlar…
Sınır tanımayanlar…
Kalıplara oturtulamayanlar…
İnovasyona gönül verenler…
‘Bu, nasıl daha iyi yapılır?’ diye kendi harikulâde ürününü bile çoğu zaman kıyasıya sorgulayanlar…
Sorgulamayı becerebilenler…
‘Rağmen’ciler…
‘Neden’ciler…
‘Nasıl’cılar…
Kendi dünyalarını, dolayısıyla bizim dünyamızı da radikal biçimde değiştirenler…

Onlara saygı duyuyorum.
Onlara hayranım…
Dünyamı onlarla paylaştığım için çok mutluyum ve onların benimsediği tutumun küçükseyeceğimiz ölçüde Pollyannacılık veya safdilli bir kanaatkârlık olmadığını iyi biliyorum. Öylelerinin ‘gerçek aydınlar, gerçek sanatçılar; gerçek iyiler’ olduklarına inanıyorum.
İşin güzel yanı, bu inancımda yalnız olmadığımı da biliyorum.

YORUMLAR

  • 0 Yorum