Saadet Gül Göksu

Saadet Gül Göksu


BÜYÜMESİN KENTLER, KÜÇÜLMESİN İNSANLIK

02 Nisan 2017 - 03:42 - Güncelleme: 28 Nisan 2020 - 09:29

Yıl 1996…. İstanbul… Kozyatağı… Öğretmenliğimin 3. Yılı. İstanbul da üç, Kozyatağı’nda ilk yılım. Hatta ilk haftam. Mutfak robotları daha yeni yeni girmeye başlamış hayatımıza. Ne kolaylık ama diyerekten almışım, soğanları atmışım, düğmesine basmışım. Gel gör ki, çalışmaz, açtım kapağını daldım içine, bıçağa sıkışmış soğan. "Soğanda mı arıza, alette mi?" diye merak içinde bir hamle ve gitti parmak.. Bir kan, bir kan.. Baktıkça parmağıma bayıldım, bayılacağım. O panikle ki, kanı da durduramayınca gayri ihtiyari, alışmışlık belki, bizim oralarda komşuluk başkadır, çaldım karşı kapıyı.. Gözlerimde acıdan mı, korkudan mı bilmem bir dolu gözyaşı… İçeriden bir ses, kapıyı açmadan:

- Kim o?

- Çok özür dilerim, elimi kestim.. Kanı durmuyor. Eşimi aradım ama gelmesi 2 saati bu….lur, diyemeden, aynı ses:

- Kocam evde yok, kapıyı açamam.

- Kocam evde yok, kapıyı açamam.

- Kocam e v d e y o k!

- A ç a m a m.

Nasııııl? Nasıl? Nasıl ya! Bu sorular şöyle dursun. Kadındaki soğukkanlılığa hayran kaldım. Gerçi kibarca soğukkanlılık diyorum ama yüreğimden geçen bu değil. Hadi Gül, tırnağın var kızım, kaşı başını deyip, kül mü dersiniz tuz mu dersiniz bastım ama acı arttı kat be kat. Olsun minnetten iyidir, muhtaç olup, kapının açılmamasından iyidir. Açıp da kapatsaydı bari. Ne değişirdi ki? Hiçbir şey..

İnsanlık ahhh! İnsanlık!

Büyümesin kentler… Şehirleşmesin, medeni (şehirli)leşmesin insanlar… Kentler büyüdükçe, küçülüyor insanlık…

Aradan yıllar geçti ve ben hep büyük şehirleri suçladım, bu insani kayıplarımız için. Biri birine günaydın diyemeyen, gülümseyemeyen hatta gülümsemek istemeyen … Her sabah karşılıklı kapılardan çıkıp, biribini görmezden gelen insan sürüleri olduk. Büyümesin kentler, küçülmesin insanlık.

Büyük kentlerin vebasıdır, bu bana ne canımcılık. Kaza gördün kaç, maazallah şahit yazarlar. Kavga var, boş ver, hiç yoktan başın belaya girer. Böyle böyle bulaştı bu illet hepimize. Ve bu gün geldiğimiz noktada küçülen insanlık geldi, buldu küçük kentleri de. Geldi vurdu küçük kentleri de. Yıllar önce bu kentte yaşamayı seçtiğimde; insanlar daha bir sevilesiydi sanki. Komşumla selamlaşır, marketle hal hatır sorardık. Mekanımıza gelen insanlara bir hoş geldinimiz olur, buyur ederdik. Biri birimize tahammülümüz de, sevgimiz de daha fazla olurdu. Yine çoktuk ama çokluğun içinde azdık, vardık… Şimdi bakıyorum bu kente, aslında hala az ve bir o kadar çoğuz. Ama var değiliz, varlık değiliz. Biz değil de hayaletlerimiz yaşıyor sanki. Yerden bir karış yukarıda süzülen varlıklarız. Akıllarımız da bizden beş karış havada. Kırmakta, yıkmakta yarışıyor, yapmakta kaçacak delik arıyoruz. O kadar büyüdü ki kentler, o kadar büyüttük ki dünyayı, biribirimizi göremeyecek kadar açıldı mesafelerimiz. Biliyoruz aslında orada biri var. Bir renk, bir gölge, bir nefes.. Ama o kadar… Sadece o kadar.. Cisimlerin katı,sıvı, gaz halleri gibi insanlık. Kentler büyüdü ve biz gaz haline geçtik. Buharlaştık.

Büyümesin kentler, küçülmesin insanlık…

YORUMLAR

  • 0 Yorum