Dünyada ilk hayvan hakları beyannamesi Osmanlı Dönemi'nde yürürlüğe girdi

Her türlü muamelenin adil esaslar üzerine inşa edildiği Osmanlı’da, kendilerini korumaktan ve haklarını savunmaktan aciz olan hayvanlar, çıkarılan kanunlarla devlet tarafından muhafaza altına alınmıştır. Öyle ki, bazı durumlarda hayvanlara iyi bakılmaları için maaş dahi bağlanmıştır.

Dünyada ilk hayvan hakları beyannamesi Osmanlı Dönemi'nde yürürlüğe girdi
27 Kasım 2023 - 11:46 - Güncelleme: 27 Kasım 2023 - 14:37
DÜNYA’DA İLK HAYVAN HAKLARI

Osmanlı’da hayvan haklarına ilişkin düzenlemelerin temeli daha Sultan II. Bayezid zamanında atıldı. Mevlana Yaraluca Muhyiddin tarafından 1502-1507 tarihleri arasında hazırlanan Bursa, İstanbul ve Edirne Belediye Kanunnamelerine hayvanların korunmasına ilişkin hükümler konuldu.

Kanunnamenin 58. Maddesi şöyleydi: “Ayağı yaramaz beygiri işletmeyeler. At, eşek ve katır ayağını gözeteler ve semerin göreler. Ağır yük vurmayalar. Çünkü dilsiz canavardırlar. Hamallar ağır yük vurmayalar, makul olalar.”

Hayvan haklarına yönelik ilk kapsamlı düzenleme Sultan III. Murad zamanında 1587 yılında yapıldı.

Padişah tarafından 19 Mart 1587’de İstanbul Kadısı’na gönderilen fermanda, hamalların taşımacılıkta kullandıkları at, katır vb. hayvanlara tahammüllerinin üzerinde yük taşıtmaları yasaklandı. Hayvanların bakım ve beslenmesine özen gösterilmesi gerektiği ve fermandaki ikaz ve hükümlere uymayanların cezalandırılacağı bildirildi.

Bu ferman, “dünyada hayvan haklarına ilişkin ilk düzenleme” olma özelliğine sahiptir.

Belge: Sultan III. Murad’ın 1587’de neşrettiği, taşımacılıkta kullanılan at ve katırların haklarının korunmasına dair ferman.


Fermanın Latince orijinal metni.

 YÜK HAYVANLARINI KORUMADAKİ İNCELİK
9 Şubat 1829 tarihli bir arşiv belgesinde, odun, kömür, kereste gibi yükleri taşıyan atlar ve öteki yük hayvanlarıyla ilgili şu ikazlar, Osmanlı’nın hayvanları korumadaki incelik ve titizliğinin delillerindendir:

“Hamalların, Cuma günleri hayvanları tatil etmeleri (çalıştırmamaları), hayvanlara güzelce bakmaları, yüklerini boşalttıktan sonra hayvanlara binmemeleri eskiden beri uyulan bir usuldür. Ancak son zamanlarda buna uyulmadığı görülmüş olup, gerekli tedbirler alınacaktır.”

KARINCANIN BİLE HAKKINI DÜŞÜNMEK!

Kanunî ile Zembilli Ali Efendi arasındaki meşhur karınca hikâyesinde de görüldüğü üzere, karıncayı dahi incitmekten çekinen Osmanlı’da, seferlerde topları çeken büyükbaş hayvanlar yaşlanınca kasaplara satılmaz, bakımları yapılarak eceliyle ölmeleri sağlanırdı.

Mezbahalarda kesimi yapılacak hayvanlar için işlemin en acısız şekilde yapılmasına ilişkin kanunlar erken dönemlerde çıkarıldı ve bu titizlik asırlar boyunca geçerliliğini korudu.

Zabıtaların sık sık şehri gezerek, sahipli hayvanların karınlarını kontrol etmeleri ve iyi beslenip beslenmediklerini teftiş etmeleri de yaygın bir uygulamaydı.

Journal des Voyages isimli Fransız seyahat dergisi 12 Ocak 1902 tarihli sayısında Osmanlı insanının hayvan sevgisini kapağına taşımıştı.


Aynı resim kartpostallara da konu olmuştu.

ALMAN SEYYAHI ŞAŞIRTAN OLAY
Alman seyyah Hans Dernschwam’ın 1542 yılında Kanuni döneminde İstanbul’da şahit olduğu hadise oldukça enteresandır:

Sadaret Kaymakamı Koca Mehmed Paşa, lokantanın önünden geçerken odun yüklü güzel bir atın beklediğini gördü. Atın sahibinin, lokantada karnını doyurmakla meşgul olduğunu öğrendi.

Paşa, vaziyete oldukça sinirlendi. Odunları atın sırtından indirtmekle kalmayıp sahibini de cezalandırdı: Odunları onun üzerine yükletti. At için aldırdığı bir akçelik kuru otu, at yiyene kadar yükü sırtında bekletti.

HÜKÜM
Osmanlı toplumunun hayvanları sevmede ve haklarını korumada, çağının ötesinde bir anlayış ve uygulamaya sahip olduğu; Batı’yı ve günümüzün modern toplumlarını dahi geçtiği ve hâlâ dünyaya örnek teşkil ettiği bir hakikattir.

Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığında muhafaza edilen belgelerde, yük hayvanlarına haftalık tatil verilmesi, kuş yuvasını bozanlara, arabayla sokak köpeklerini ezenlere ve tüfekle avcılık yapanlara ceza verilmesi ile güvercinlere yem atma görevi için personel ataması yapılması düzenlemeleri dikkati çekti.
Osmanlı döneminde yük, binek ve sokak hayvanlarına şiddetin ve eziyetin önlenmesi, yaban hayatının ve hayvanların kanun çerçevesinde korunmasına ilişkin detaylar tarihi belgelerde ortaya çıktı.

Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi'nin TBMM Genel Kurulu'nda kabul edilmesiyle hayvan haklarına ilişkin birçok düzenleme yapıldı.
Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığında muhafaza edilen belgelerde ise Osmanlı dönemindeki hayvan haklarına yönelik uygulamalar dikkati çekti.



Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanı Prof. Dr. Uğur Ünal, AA muhabirine yaptığı açıklamada, Osmanlı Devleti'nde yük, binek ve ticari amaçlar için yetiştirilen hayvanların yanında evcil hayvanların da gündelik hayatın önemli bir parçası olduğunu söyledi.
İslamiyet'in emir ve yasakları ile örf, adet ve geleneklerin hayvanlara zulmetmeyi yasakladığını vurgulayan Ünal, "Yaratılanı yaratandan ötürü sevme anlayışı her daim Osmanlı toplumunun hakim paradigması olmuştur. Osmanlı Devleti, kendi ülkesinde birlikte yaşadığı diğer canlıların bir hukuku olduğunu kabul etmiş ve buna da sonuna kadar riayet etmeyi bilmiştir." diye konuştu.
Sivil, resmi binaların dış cephelerine yapılan aşiyan yani oyma kuş yuvalarından, erken dönemlerde çıkarılan, kanun, nizam ve detaylı düzenlemelerle Osmanlı memleketinde insanların dünyayı paylaştığı hayvanlarla dost kalmayı bildiğini anlatan Ünal, "Devlet Arşivleri Başkanlığı Belge Tarama Sisteminde 'hayvan' kelimesi ile yapılan taramada binlerce belgeye ulaşılabilmektedir ki bu belgeler bizlere, hayvanların da Osmanlı gündelik yaşamının önemli bir parçası olduğunu göstermektedir. Günümüzde gündelik hayatı ilgilendiren pek çok meselede olduğu gibi hayvan hakları konusunda da Osmanlı deneyiminin bizlere öğrettikleri çok kıymetlidir." dedi.



"Yük hayvanlarına özel ilgi"
Belgeler arasında Sultan III. Murat döneminde 1587'de İstanbul muhtesibi Mehmed Çavuş'un padişaha yazdığı, bazı hamalların yük hayvanlarına kapasitelerinin üzerinde yük taşıttırdıklarına dair şikayet mektubu da yer aldı.
Mehmed Çavuş'un, söz konusu hayvanların aşırı yük sebebiyle yere yıkıldıkları ve çok yorulduklarına yer verdiği mektubu üzerine Padişah III. Murat'ın, hamallar kethüdasına hamalların, "hayvanların beslenmesine dikkat edilmesi, sakat ve zayıf hayvanlara tahammülünden fazla yük taşıttırılmaması" konusunda uyarılmasını emrettiği görülüyor.
1812'ye ait bir mahkeme kararında ise İstanbul Kadısı verdiği hükümde şunlara dikkati çekiyor:
"Hamal taifesi ellerinde bulunan merkeplere tahammüllerinden fazla yük yüklediklerinden bu durumun hayvanlara eziyete yol açtığından böylesi hallere mahal verilmemesi hamallar kethüdasından bu konuda hamalları kati suretle uyarılması ve sürecin takip edilmesi istenmiştir."



Yük hayvanlarına "haftalık tatil"
Ayrıca 1 Eylül 1856 tarihli Sultan Abdülmecid dönemine ait bir başka belgede ise cuma günleri atların taşımacılıkta kullanılmaması isteniyor.
Buna göre, at ile taşımacılık yapanların cuma günü tatil yapmaları çok eskiden beri uygulanan bir kural olduğu için o gün atlara yük taşıttırılmaması ve üzerine binilmemesi emri de veriliyor.
İnsanların bu kararı çiğnemesinin önüne geçilmesi için de o güne has çivili semer kullanılması ve hamal kethüdasından bu kararın tavizsiz uygulanması emri de belgelerde belirtiliyor.

Yük hayvanları için talimatname
Osmanlı'da hayvanlara merhametsizlik edilmesinin önüne geçmek ve hayvan haklarının korunması adına yayımlanan talimatname de bulunuyor.
1909 yılına ait "hamallara mahsus talimatname"de, yük hayvanlarına eziyet edilmemesi için, "Bir beygir yükü 120 kiloyu, merkep yükü 80 kiloyu ve tek beygirli araba 250 kiloyu, çift beygirli araba 400 kiloyu, öküz arabası 500 kiloyu ve manda arabasının ise 600 kiloyu kesinlikle geçmeyecek." şeklinde talimatlar yer alıyor.
Ayrıca fazla yükleten olursa, ceza kanununa aykırı davranmaktan para cezası uygulanacağı da belirtiliyor.
Yük taşıyamayacak durumda olan hayvanların da bu işten men edilmesinin memurlara görev olarak verilmesi de belgelerde ifade ediliyor.
Öte yandan talimatnamede yük taşımacılığında yokuş ya da düz bir yerde çalışan hayvanlara da farklı standartlar belirlendiği bilgisi bulunuyor.



Güvercinlerin beslenmesi için özel personel
Osmanlı'da sadece yük hayvanları değil, sokak hayvanları ve güvercinlerin de bakımına özel ilgi gösteriliyordu.
Bu kapsamda Harem-i Şerif dahilinde güvercinlere yem atma hizmeti için çalışan görevlendirilmesi yapılması da belgelerde dikkati çekti.
11 Mart 1897 sayılı belgede Harem-i Şerif dahilinde güvercinlere yem atma hizmetinde bulunan Abdullatif Efendi'nin vefatından dolayı bu göreve Seyyid Abdullah Efendi'nin atandığı bilgisi yer aldı.



Sokak hayvanlarını ezenlere ceza
Belgelerde, Osmanlı'nın Balkan topraklarındaki önemli bir şehri olan Üsküp'te toplumun ve yerel yönetimin sokak hayvanlarına gösterdiği merhamet de dikkati çekti.
Üsküp Belediye Tahsildarı İsmail Hakkı'nın 1905'te Üsküp Belediye Başkanlığına gönderdiği bir yazıda, Tahtakale çarşısında gezmekte olan iki köpek yavrusunu arabayla dikkatsizlik sonucu ezerek ölümlerine neden olan bir kişinin, esnafın şikayeti üzerine yakalanarak, belediyeye getirildiği, bu olağan dışı durum karşısında belediye başkan vekili, mühendis ve katipten oluşan üç kişilik komisyonun, köpek yavrularını ezen kişiye idari para cezası uyguladığı bilgisi yer aldı.



Yaban hayatı da koruma altında
Osmanlı döneminde yaban hayatının korunmasına ilişkin alınan tedbirler de dikkat çekti.
Avcılığa dair çıkarılan "Zabıta-i Saydiyye Nizamnamesi" ile denizde ve karada yaban hayatta doğabilecek muhtemel keyfiliğin ve tahribatın önüne geçildi.
Bu kapsamda arşivlerde saklanan Nizamnamenin 44. maddesinde, "Sülün ve keklik yumurtalarını ve kuluçkalarını alan, bulan ve bozanlardan 5 Mecidiye ceza alınacağı" ifadesiyle kuş yuvasını bozmanın suç kapsamına alındığı görülüyor.
Öte yandan, 15 Şubat 1574'te Kaz dağlarında tüfekle yapılan avcılığın, av hayvanlarının yok olmasına sebep olması nedeniyle Sultan II. Selim'in tüfekle zevk için avcılık yapanlara ilişkin, "Kişisel zevk amacıyla tüfek kullanarak av yapanların tüfekleri ellerinden alınsın ve İstanbul'a gönderilsin. Bu iş esnasında kimseye zulüm yapılmasın." emri de dikkat çekti.

ALLAH’IN YARATTIĞINA HÜRMET

Fransız seyyah Thévenot’un, 1656’da İstanbul’da gördüğü ve sohbet ettiği Türklerin hayvan sevgisiyle ilgili, kendisini hayrette bırakan izlenimleri oldukça enteresandır:

“Türklerin bazıları ölürken haftada şu kadar defa şu kadar köpeğe ve şu kadar kediye yiyecek verilmek üzere birçok iratlar (miras, nafaka) bırakırlar yahut bu hayrın işlenmesini temin için fırıncılarla kasaplara para verirler ve onlar da bu gibi vasiyetleri büyük bir sadakatle ve hatta dindarane bir riayetle yerine getirirler. Onun için her gün et taşıyan birtakım kimselerin şart-ı vâkıfa göre ya köpekleri veya kedileri çağırıp etraflarına toplanan hayvanlara et parçaları atışları görülecek şeydir. Bunlar bizim nazarımızda çok gülünç olmakla beraber onlarca öyle değildir.”

Osmanlı’da sokak hayvanlarına bakan görevlilere Mancacı denirdi. 
Fransız Şair Lamartine de şu noktaya dikkat çekiyor: “Türkler, kuşlara, köpeklere, velhasıl Allah’ın yarattığı her şeye hürmet ederler; bizim memleketlerde başıboş bırakılan veya eziyet edilen bu zavallı hayvan cinslerinin hepsine şefkat ve merhametlerini teşmil ederler.”

KEDİLERE VE KÖPEKLERE ÖZEL HASTANELER
17. yüzyılda Osmanlı topraklarında seyahat eden Fransız Avukat Guer, Osmanlıların hayvanlara ilgi ve şefkatlerini, onlara yönelik akıl almaz hizmetlerini anlatırken, çarpıcı bir misal olarak Şam’da gördüğü kedilere ve köpeklere özel hastaneden hayretle söz ediyor.

Osmanlı’da sokak köpeklerini besleyen ve tedavi eden hastaneler vardı.
1660’lı yıllarda İngilizlerin İstanbul’daki elçilik görevlilerinden olan Paul Ricaut, Osmanlıların, hayvan haklarına riayet etme noktasında da büyük bir hassasiyet, gayret ve hizmet ortaya koydukları hakkında şu ilginç bilgi ve tespitleri aktarıyor:

“Fakir insanlar için kurulan aş evlerinde, insanlardan başka kedi ve köpek gibi hayvanlar da doyurulduğu gibi, sırf kedi ve köpek gibi hayvanlar için özel vakıflar da kurmak âdetti. Bazı şehirlerde kediler için yapılmış binalar bulunuyordu. Gıdaları için vakıflar kurulmuş; kedilere hizmet için vekil harçlar ve uşaklar tahsis edilmiştir.”
 


 

“Osmanlı Devleti 1600’lü yıllarda dünyada hayvan hakları beyannamesini yayınlayan bir medeniyet”
Osmanlı Devleti’nin dünyada hayvan hakları için beyanname yayınlayan ilk devlet olduğunu belirten Bilgi, “Osmanlı’da kediler için camilerin avlusunda özellikle namaz çıkışında paryacılar var. Ciğerler kavuruluyor ve parya haline getiriliyor. Camilerin avlusunda öğle veya ikindi namazı sonrası bekliyorlar. Birileri gelip ona belli bir bedel veriyor. Allah rızası için o da o paryaları kediye atıyor. Kuş yemi atma olayı Osmanlı’da enteresandır paryacılarda da kendini gösteriyor. İlginçtir yine bir cami yapılırken caminin bazen vakfiyesinde burada bulunan hayvanlar düşünülüyor ve onların ihtiyaçları için yıllık gelirinden akçe bazında para ayrılıyor. Mesela kayıtlarda Beyazıt Camii’nin yapımı esnasında orada güvercin, kuş ve kedilerin olduğunu, onların yıllık ihtiyaçlarının belirlenerek gelirlerinden karşılanıp o hayvanların mağdur edilmemesi gerektiği geçiyor. Yine enteresan bir bilgi; Osmanlı 1600’lü yıllarda dünyada hayvan hakları beyannamesini yayınlayan bir medeniyetin yansıması bir devlet. İslam medeniyetinin yansıması olan Osmanlı’nın son döneminde şahika bir zirve noktadaki medeniyetin yansımalarının arasında bu hayvanlara verilen hakları görüyoruz. Bir nevi insan hakları beyannamesi gibi hayvanların beyannamesiyle onların hakkı ehliyet altına alınıyor. Bu da muhteşem bir olay. Yani siz hayvana gelişigüzel davranamazsınız. Mesela katır yokuştan yukarıya doğru çıkacak, katırın çıkarken yükle beraber çıkmaması için eyerlerin içerisine ters çiviler konuluyor. Eyerciler bunu yapıyor ki siz oradan çıkarken çivi batar size, mecburen yokuşta inmek zorundasınız. Niye? Sırf katırlar yokuştan çıkarken üzerinde sizi taşıyıp daha da yorulmasın diye. Yokuştan çıkarken bir kenara ufak yalak, çeşme yapıldığını ve dinlendirildiğini görüyoruz” diye konuştu.

“Beyazıt Devlet Kütüphanesi İsmail Saib Sencer ile olduğu kadar bir dönem kedilerle de meşhur olmuş”
Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin ‘”Kedili Kütüphane” olarak bilinmesinin nedenini anlatan Bilgi, “Osmanlı’nın son döneminde Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin bir ilginç hafız-ı kütübü var. Yani oranın müdürü. Aynı zamanda İstanbul Üniversitesi’nin bizim de içinde bulunduğumuz edebiyat fakültesinin ben bununla onur duyuyorum. İsmail Sencer Hoca Efendi Arap Dili Edebiyatı profesörü, hukukta da dersler verirdi. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin de müdürü oluyor. Bu müdürlüğü esnasında oraya gelen kedilere sahip çıkıyor. Ve kırka yakın kedisini paryalarla besliyor. Bu hoca kitap okurken kedi hırkasının içinde çıkarmış. Yanına gelenler de şaşkın bir şekilde bakarmış. Beyazıt Devlet Kütüphanesi’nin ilk müdürünün kedilerle olan müptelalığını, tiryakiliğini çizmişler oradan gördük. Kedi bazen kafasının üstüne tünermiş, o hiç istifini bozmazmış. Ebu Hureyre’den aldığı hassasiyeti taşıyan hocalar var. Bu hafız-ı kütüp dediğimiz büyük alimler kediler etrafındayken başka alimlerde geliyor. Kedilerden uzak duracak alimler ’hocam bu kadar yaklaşmasalar mı’ diye hocaya serzenişte bulununca; hoca da ’bu da bizim müptelalığımız mazur görün’ dermiş. Beyazıt Devlet Kütüphanesi İsmail Saib Sencer ile olduğu kadar bir dönem kedilerle de meşhur olmuş. Orada aynı zamanda kitapları da haşerelerden de koruyorlar bir nevi. Beyazıt’ın o kedileri hala bu civarda yaşıyorlar” ifadelerini kullandı.


Bütün hayvanlar eşit doğar ve eşit yaşama hakkına sahiptirler.
Bütün hayvanların saygı görme hakkı vardır. İnsan, diğer hayvanları yok edemez. Hayvanları kendi çıkarı için karşılıksız kullanamaz.
Bütün çalışan hayvanlar (at, eşek…) iş süresinin sınırlandırılması, işin daha az yorucu olması, güçlerini artırıcı bir beslenme ve dinlenme hakkına sahiptir.
Bu maddeler, 15 Ekim 1978 tarihli Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi’nden alınmıştır. Dünya yaratıldığından bu yana insanla iç içe yaşayan hayvanları, modern (!) dünya ancak bu tarihte hatırlayabilmiştir.

Hayvan Hakları Evrensel Beyannamesi, 15 Ekim 1978 tarihinde Paris’teki Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Merkezi’nde düzenlenen bir törenle ilan edildi. Bu metin, 1989 yılında Hayvan Hakları Birliği tarafından tekrar düzenlenerek 1990 yılında UNESCO Genel Direktörü’ne sunulmuş ve aynı yıl halka açıklanmıştır. Yani bundan 15-20 yıl öncesi. Ülkemizde ise 2004 yılında, bin bir zorlukla çıkartılmış “Hayvanları Koruma Yasası”. Ancak doğru dürüst bir şekilde uygulandığı söylenemez. Hayvanlara yapılan eziyet ve işkencelere her gün üzüntü ve hayret edici bir şekilde şahit olmaktayız. 

Kaynakça:

1. İsmet Sungurbey, Hayvan Hakları, İstanbul, 1993, İstanbul Üniversitesi Yayınları.

2. İsmail Hami Danişmend, Garp Menbalarına Göre Eski Türk Seciye ve Ahlâkı, İstanbul, 1982.

3. Ahmed Refik Altınay, Onuncu Asr-ı Hicrîde İstanbul Hayatı, Hazırlayan: Abdullah Uysal, İstanbul, 1988.

4. Jean de Thévenot, 1655-1656’da Türkiye, Çeviren: Nuran Yıldız, İstanbul, 1978.

5. Hans Dernschwam, İstanbul ve Anadolu’ya Seyahat Günlüğü, Çeviren: Yaşar Önen, İstanbul, 1992.

6. Tamer Dodurka, “Geçmişten Günümüze Avrupa Ülkeleri ve Türkiye’de Hayvan Hakları”, http://www.fatihbelediyesiyedikulehayvanbarinagi.com. Erişim: 04.08.2017.

 


YORUMLAR

  • 0 Yorum